Rahip kardeşinin ani ölümüyle sarsılan Grace, olayın intihar olduğuna dair resmi açıklamayı kabul edemez. Kardeşinin görev yaptığı, İskoçya’nın kırsalında, sisler içinde kaybolan eski bir manastıra doğru yola çıkar. Manastır, dışarıdan sessiz ve kutsal görünse de içinde zamanla örülmüş karanlık bir sır barındırmaktadır.
Grace soruşturmaya başladıkça manastırın sessizliğinin altında bastırılmış korkular, saklanan günahlar ve açıklanamayan olaylar su yüzüne çıkmaya başlar. Kardeşinin ölümü, sıradan bir intihar değil; kadim bir günahın, yıllarca gizlenmiş bir ritüelin ve işlenmiş bir cinayetin parçasıdır.
Manastırın taş duvarları arasında ilerledikçe, Grace sadece kardeşinin değil, kendi geçmişinin de karanlıkta kalan yönleriyle yüzleşir. Kutsal olanla lanetli olanın sınırında, inançla delilik arasındaki çizgide yürümeye başlar. Sonunda ortaya çıkan gerçek, onu hem parçalar, hem de özgür bırakır.
Bu, yalnızca bir cinayet soruşturması değil; inanç, intikam ve kimlik üzerine kurulu, derin bir ruhsal uyanışın hikayesidir.