Gazeteci ve yazar Nuri, yıllar sonra doğup büyüdüğü taşra kentine geri döner. Amacı, babasından kalan bir bahçeyi satıp İstanbul’a dönmektir. Kentte eski arkadaşı Sabri ile karşılaşır. Sabri, yıllardır devlet dairesinde çalışan sıradan bir memurdur ve Nuri’yi soğuk ve mesafeli karşılar. İkili arasında gençliklerinde yaşanmış, tam kapanmamış bir gerginlik vardır. Nuri, Sabri ile buluşup konuşmak ister.
Nuri, kent yakınlarındaki köyde arsasını satar. Sabri ise iş yerinde aniden psikolojik bir travma geçirir. Kontrolünü kaybederek eline geçen ağır bir nesneyle şefinin kafasını parçalar. İş arkadaşları Nejla, Hulusi ve diğerleri bu korkunç olay karşısında dehşete düşer.
Tutuklanan Sabri ile mahkeme binasında kısa bir süre görüşme fırsatı bulan Nuri, Sabri’nin hâkimin cinayetle ilgili sorularına cevap vermediğini görür. Sabri, Nuri’ye “Ben şefi değil bir fareyi öldürdüm.” diyerek sırlarını saklamaya devam eder.
Nuri İstanbul’a dönmek üzereyken, Sabri’nin hapishanede intihar ettiği haberi gelir. Sabri’nin ölümü üzerine Nuri, kalıp bu esrarengiz cinayet ve intiharın ardındaki gerçekleri ortaya çıkarmaya karar verir. Sabri ile ilgili anılar ve yaşananlar, her şeye rağmen “iyi” olmaya ve “iyi” kalmaya direnen bir adamın trajik öyküsünü gün yüzüne çıkarır. Bu hikâyede Nuri’nin de önemli bir rolü vardır.